Ana Sayfa Köyümüz Köylülerimiz Şiirler - Yazılar Galeri Rehber Basında Biz Yönetimimiz İletişim
Şiirler-Yazılar > Söyleşiler

Prof.Dr.ARİF ÜNAL ile SÖYLEŞİ

Sayın Hocam bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1953 yılında Armutlu’da doğdum. İlkokulu bitirinceye, yani 1966 yılına kadar köyde kaldım. 1966 yılının 20 Ekim Perşembe günü Meram’da kursta eğitim görmek üzere Refik (Acar) ve Kertik Hasan (Çakır) ile birlikte Konya’ya geldik ve Meram’da eğitime başladık. Süleyman Hoca (Erdoğan) ve Kâzım Baş, daha önce buraya gelmişlerdi. Özellikle kursa alışma safhasında Süleyman Hoca’nın ve Kazım’ın manevi destekleri bize güç ve moral verdi. Çünkü ilk defa köyünüzden, ailenizden, anne ve babanızdan ayrılıyorsunuz. O çocuk yaşta bunları göğüslemek kolay değil. Bir de Meram’daki kurs ortamı çok sıkıydı. Ayrıca yerleşim yerinin uzağında bahçelerin ortasında bir yerdi. İşte bu şartlar altında iki hafta dolmadan Hasan hastalandı ve rahmetli Abdullah dayı geldi Hasan’ı köye geri getirdi. Hâlbuki içimizde okumaya en hevesli ve en çok hazır olan Hasan idi. Buraya gelmeden rahmetli babamda bir yıl kurs bile görmüştü. Ama yukarıda da dediğim gibi o psikolojik başlangıcı atlatmak kolay değildir. Her neyse Meram’daki kursta 43 gün kaldıktan sonra Refik Hoca, Ulukışlalı Osman Özmen, Hadim Dedemköylü Hasan Koca ve Çumra Türkmencamili İskender Şen ile beraber biz beş kişiyi bir akşam vakti at arabasıyla Meram Dere’de yeni yapılmış olan bir başka kursa götürdüler. Meğer bu beş kişi Meram’daki kursta zaten geçici olarak kalıyormuşuz. Orada kaldığımız sürede de yatacak bir ranzamız bile yoktu. Yatakhanede de yer olmadığından akşam koridorlara yataklarımızı seriyorduk, sabah erkenden de yataklarımızı topluyorduk. Meram Dere’deki kurs da yeni hizmete açıldığından buradaki sıkıntılar, Meram’daki ile kıyaslanmayacak kadar fazlaydı. Kurs, kasabının yukarısında dağın eteğindeydi. Yemeklerimizi kendimiz yapıyorduk. Hatta kullanacağımız suyu bile kendimiz, tenekelerle kasabadan getiriyorduk. Su getirdiğimiz yer de en az 500-600 metre uzaklıktaydı. Yaklaşık iki yıl burada kaldık, bu sıkıntılar hiç azalmadı, bilakis arttı. Yani 2 yıl boyunca hem yemeğimizi nöbetleşe kendimiz yaptık, hem de suyumuzu bahsedilen yerden kendimiz taşıdık. Haydar Hoca bize hep şunu derdi: Sabreden derviş, muradına ermiş. Biz iki yıl boyunca sabrettik, ama yukarıda bahsedilen sıkıntıların ortadan kalkması açısından muradımıza eremedik. Bir yıl sonra buraya yeğenim Osman (İşler) ile şimdi milletvekili olan Hüsnü Tuna geldi. Herhalde Meram’da bizim Süleyman Hoca’dan gördüğümüz manevi destek ve güveni bizden onlar da bizden görmüştür.
1968 yılının Ağustos ayında tatilden yeni döndüğümüz bir sırada Konya’da İsmet Hoca (Öğütçü) ile karşılaştık. Bana dedi ki, “o kursta ne kadar okursan oku, sonunda cerci olacaksınız. Gel seni İmam Hatibe yazdırayım. Biz de o zamana kadar zihniyet olarak İmam Hatibe karşıydık. Nasip olacak ya, İsmet Hoca’nın bu teklifi benim aklıma yattı. Aslı bizim köylü, fakat Dorla’da oturan Mehmet Ali Çetin ile kurstan kaçtık ve İmam Hatip Okuluna kaydolduk. Okula kaydolurken velim de İsmet Hoca oldu. Onu her zaman şükranla anarım. Ben kurstan kaçtıktan sonra Refik, Osman ve Hüsnü de kurstan ayrıldılar. Onlar benim gibi kaçma yolunu tercih etmediler, fakat kurs yönetimi ayrılmalarına pek razı olmadı. Bir yıl sonra İmam Hatip Okulunda aramıza Süleyman Hoca, Osman, Ali İhsan Hoca (Bütüner) ve Hüsnü de katıldı. Bizden önce de Yaşar (Gür) girmişti. Böylece Armutlu Köyünden 7 kişi, bütün zor şartları göğüsleyerek ve sıkı bir dayanışma içinde İmam Hatip Okulunu bitirdik. Aramızdaki bu dayanışma o kadar güçlüydü ki, farklı farklı yerlerde kalmamıza rağmen sürekli bir araya geliyorduk. Şimdi hâlâ devam eden yaz aylarında Yaşar’ın bahçesinde, kışın da muhtelif evlerdeki aylık toplantıların temeli ta oraya dayanır. Özellikle Şubat tatillerinde topluca köye giderdik. Köyde sürekli yine bir arada olurduk. Köye geldiğimiz zaman “talebeler gelmiş” diye köyde olay olurdu. Köyde kültür geceleri düzenlerdik. Bu çerçevede piyesler, konuşmalar, köy kütüphanesi kurma çalışmaları yapardık. Özellikle bizim gibi amatörce yapılan çalışmalarla bir piyesi hazırlamak kolay değildi. Bütün bir Şubat Tatilimizi bunun için harcardık. Köylülerin de bizlerden büyük beklentileri ve ümitleri vardı. Çünkü 1960’lı yılların başında köyden bir nesil, Bozkır’a ve Konya’ya okumak üzere gönderilmiş, fakat en başarılı olan lise birinci veya ikinci sınıfa kadar okuyabilmiş. Benim burada onları asla suçlamak gibi bir niyetim yok. Demek ki o zamanki şartlar daha zormuş. Ancak o dönemde “bu köyden kimse okuyup adam olmaz” gibi bir kanaat yerleşmiş ve bizim nesile gelinceye kadar da bir süre kimse çocuğunu okumaya göndermemiş. Bizimle beraber böylece köydeki bu yanlış kanaat de ortadan kalkmış oldu. Hemen bizden sonra İmam Hatip Okulu başta olmak üzere değişik okullarda okuyan ve başaran bir sürü köylümüz var. Çok şükür şimdi köylülerimiz arasında üniversite okuma oranının çok yüksek olduğu görülüyor. Geçen gün köyümüzden bir kızımız uzman doktor olmuş. Ben şahsen bundan büyük gurur duydum. Hâlbuki biz öğrenciyken rahmetli babam, “bu köyden doktor çıkmaz” derdi. Bizden önce köyden ilk defa liseyi Ali Hasyılmaz ve Halil İbrahim Özcan bitirdiler. Sağ olsunlar onlar da bize örnek oldu. Ama köyden üniversiteye ilk gitmek âcizane bize nasip oldu. Ondan sonra da Osman (İşler), Hüsnü(Tuna), Refik (Acar) ve Ahmet Özer derken sayı katlanarak bugüne geldi.
 
İmam Hatip’te yatılı mı okudunuz veya bir başka kuruluşun desteğini aldınız mı?
 
Ben şahsen hem İmam Hatip Okulunda okurken, hem de üniversite tahsili sırasında yaz aylarında rahmetli eniştem (Mümin Yaşar) ve Emine ablamın çok desteğini gördüm. Devamlı onların yanında kaldım. Burada eniştemi de hayırla ve rahmetle yâd etmiş olalım. Bilindiği gibi köyümüz gelir bakımından çok fakir; özellikle o dönemlerde. Hemen hiç birimizin ailesinin, çocuğunun bütün giderlerini karşılayarak okutma imkânı yoktu. Dolayısıyla bu işi tatillerde çalışarak büyük ölçüde kendimiz halletmek zorundaydık. Bu yüzden ben, yaz aylarında amelelik ve sıva işlerinde çalışarak okul harçlığımı kazanıyordum. Hepsi rahmetli oldu, eniştem (Mümin Yaşar), abim ve amcaoğlum Fevzi Ünal birlikte çalışırdık. Bu iş, ben üniversiteyi bitirinceye kadar da devam etti. Hatta okulu bırakırım endişesiyle bana ustalık bile öğretmediler. Yaklaşık 10 yıl boyunca sürekli amelelik yaptım. Ama bir hedefimiz, bir idealimiz vardı, bu yüzden bütün sıkıntılar hiç de umurumuzda değildi. Başta kendi çocuklarım olmak üzere şimdiki gençleri genellikle fazla idealist göremiyorum. Bizim maddi imkânlarımız son derece kısıtlıydı, ancak azmimiz ve idealimiz vardı. Bu yüzden çoğumuz başarılı olduk. Şimdiki gençler ise başta benim kendi çocuklarım, maddi imkânlar çok fazla ancak istenilen başarı elde edilemiyor. Yani ters orantılı bir durum var ortada. Ben ilk defa kaloriferli sıcak bir odayı, üniversiteye geldiğim zaman Erzurum’da yurtta gördüm. Yani 22 yaşına kadar böyle bir imkândan bile haberimiz olmadı.
           
Almancaya ilginiz ve merakınız nereden geliyor? İmam Hatip Okulundan sonra neden Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü tercih ettiniz? Branş olarak lise tahsili ile üniversite tahsiliniz arasında bir çelişki yok mu?
 
            İsterseniz önce sorunun sonundan başlayalım. Böyle bir çelişkiyi rahmetli babam da fark etmiş olacak ki, 1975 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünde üniversite öğrenimine başladım. Şubat tatilinde Konya’ya geldiğimde rahmetli babam, haftada kaç saat Arapça ve Kur’an dersiniz var dedi. Ben de, “artık o dersleri görmüyoruz” deyince, “keşke oraya gitmeseydin” dedi. Almancaya merakımın nereden kaynaklandığına gelince: İmam Hatip birinci sınıfta Almanca hocamız, tahaya “Deutsch” (Almanca) yazdı ve sınıfa topluca bu kelimeyi telaffuz ettirmeye başladı. Ben baktım, bu kelimeni yazılışı ile okunuşu çok farklı, dikkatimi çekti. Hemen çalışmaya başladım. İlk imtihandan da 10 aldım. Sınıfta 10 alan üç kişi vardık. Hoca acaba bunlar kopya mı çekmiş diye düşünmüş olmalı ki, sırayla sözlü sınavına kaldırmaya başladı. Önce diğer iki arkadaşı kaldırdı. Onlar yazılıdaki performansı gösteremediler ve ikisi de 5 aldı. Sözlü sırası bana gelmedi. Ben de o korkuyla bir çalışmaya başladım ki, ne çalışma. Ondan sonra 7 yıl boyunca hiç dokuz bile almadım. Kısa bir süre sonra artık not kaygısı falan da ortadan kalktı; bu tamamen bir tutkuya dönüştü. Diğer derslere geçecek kadar çalışıyordum. Kalan zaman da sürekli Almanca çalışıyordum. Almanca üzerine sürekli hayaller kuruyordum. Hayalimde önce Konya düzeyinde, sonra Türkiye genelinde Almanca bilgi yarışmaları tertipliyor ve birinci oluyordum. Bende bu Almanca tutkusu o kadar ilerlemişti ki, nerede bir Almanca kursu açıldı; ilk önce ben başvuruyordum. Bir yıl yaz aylarında da Konya Turizm derneği bir Almanca kursu düzenledi. Ben de gündüzleri sıvada çalışıyorum; akşam iş dönüşü Aleaddin’in orada iniyorum ve direk kursa gidiyorum. Sıvada çalışan birinin özellikle ellerinde beyaz kireçler kalır; ne kadar yıkasanız onu çıkaramazsınız. Kursta diğerleri görmesin diye ellerimi sıranın altına saklardım. Daha sonra kendim kurs vermeye başladım. Almanya’da çalışan köylülerin Almanya’dan gelen mektuplarını tercüme etmeye ve cevaplar yazmaya başladım. İmam Hatip Okulu lise kısmında da filoloji okumaya karar verdim. O zamanlar İmam Hatip Okulu mezunlarını her üniversite almıyordu. Ben de bu yüzden zorunlu olarak Erzurum’u tercih ettim.
 
Akademik hayata geçişiniz nasıl oldu. Bu alandaki çalışmalarınızla ilgili olarak yurtdışına gittiniz mi?
 
            Bendeki Almanca tutkusu üniversitede de artarak devam etti. Birinci sınıfta toplam 65 kişiydik. Bunlardan 59 kişi Almanya’dan gelmişti. Bize hem hocalar, Almanya’dan gelen diğer arkadaşlar, bu bölümün zorluğundan bahsediyorlar ve yol yakınken başka bir alana geçmemizi öneriyorlardı. Bu beni iyice hırslandırdı. Malum Erzurum kış memleketi, çok soğuk. Ama okul sıcacık, yurtlar deseniz öyle. Bir de ben böyle kaloriferli sıcak bir ortamı ilk defa burada görmüşüm. Böyle bir ortamda çalışmak en kolayı. Daha birinci senenin sonunda ben sınıfın birincisi oldum. Günde ortalama 6 saat ders çalışıyordum. Üçüncü sınıfta da asistan olmayı planladım ve ona göre çalıştım. Okulu bitirdikten sonra değişik üniversitelerce açılan okutmanlık ve asistanlık imtihanlarına giriyordum, fakat elimizden tutan olmadığı için bir türlü başaramıyordum. En son Erzurum Atatürk Üniversitesine bağlı Van Fen-Edebiyat Fakültesinin açtığı sınavı kazandım. Böylece 1980 yılında akademisyenliğe girmiş olduk. 1983 yılında F.Alman Hükümetine bağlı DAAD’ın (bizdeki TÜBİTAK benzeri bir kuruluş) açtığı burs sınavın kazandım ve 2 yıllığına Federal Almanya’ya gittim. Doktoramı da bu burs imkânlarıyla tamamladım. Bundan önce de üniversite öğrencisiyken yine F. Alman Hükümetince başarılı öğrencilere verilen üç haftalık bir yaz kursu için 1978 yılında F. Almanya’ya gittim. İlk Almanya tecrübem de budur. 1993’te Avusturya’da 20 günlük bir geliştirme seminerine, 1994’te F. Almanya’da Germanistler toplantısına katıldım. 1995 ve 2000 yıllarında da yine DAAD’ın bursuyla ikişer ay süreyle Almanya’da kaldım ve kendi alanımla ilgili araştırmalar yaptım. Bu araştırmaların ürünü olarak da 3 kitap yayınladım.
 
Neden hep Doğuda, özellikle Van’da çalıştınız? Kendi memleketinize gelmeyi hiç düşünmediniz mi?
 
            Doktora hocam Prof. Dr. Selçuk Ünlü’nün aracılığı ile1988 ve 1991 yıllarında Konya’ya gelmek için iki defa girişimde bulundum. Ancak Van YYÜ. Muvafakat vermedi. 1993 yılında bölümü kurdum ve o şekilde bugüne kadar geldik. Bölümün kurulmasında çok emeğim geçti. Bu yüzden bölümü kendi çocuğumuz gibi görüyoruz. Bu da buradan ayrılmayı zorlaştırıyor. Samimi olmak gerekirse işin bir de ekonomik yönü var. Batıdaki üniversitelere göre burada yaklaşık 1100 lira daha fazla maaş ödeniyor. Genel olarak Van’dan ve halkından da memnunuz. Doğal güzellik olarak albenisi bir hayli fazla. Van’ın yerlisi de çok iyi. Zaten çoğunun aslı da Konya’lı.
 
Armutlu Köyü ile ilişkileriniz ne düzeydedir? Sitemize ilgi duyuyor musunuz?
 
            Her yaz Konya’ya geldiğimiz zaman bir-iki günlüğüne de olsa köyü de ziyaret ediyoruz. Köyde ablam, yengem ve yeğenlerim var. Ayrıca denk gelirse köylülerimizin sürdürdüğü aylık toplantılarla da severek katılıyorum. Burada eski günleri yâd ediyoruz. Armutlu Köyü sitesini de her gün mutlaka açarım. Önce kendi Mail sayfamı, sonra mutlaka köyün sayfasını açarım.  Resimler Bölümü çok hoşuma gidiyor, ancak son zamanlarda yeni resimler fazla konmuyor. Köylülerimizi Tanıyalım Bölümünde de eksiklikler var gibi. Meselâ doktorlar yazılmamış, belki başka mesleklerden de eksikler vardır. Her şeye rağmen mükemmel. Zaten öyle olmasa her gün açmayız.
 
Üniversite Öğrencilerimize ve diğer öğrencilere ne önerirsiniz?
 
İdealist olmayı ve kendilerine mutlaka bir hedef belirlemelerini öneririm. Kendilerine bir hedef belirlerse motivasyon işi tamamdır. Arkası kendiliğinden gelir, hiç kimsenin böyle bir öğrenciyi çalışmaya zorlamasına gerek yoktur. Önemli olan hedefin iyi ve tam belirlenmesidir. Bunu yapan öğrenci zaten gerektiği kadar çalışır.
 
Son olarak köyümüz ya da köylülerimizle ilgili unutamadığınız bir anınız var mı?
 
            Köyümüz ve köylülerimizle ilgili elbette birçok anımız var. Bunlardan bir tanesini anlatayım. Konya’da okurken Hüsnü(Tuna), Ali İhsan Hoca(Bütüner), Süleyman Hoca (Erdoğan) ve Refik(Acar) Aymanasta bir ev tutmuşlardı. Ablamgilin evi de oraya yakın olduğu için Osman(İşler) ile ben de her gün oraya uğrardık. Bir gün Ali İhsan Hoca’nın babası rahmetli Mehmet Dayı onları ziyarete gelmiş. Gençlik bu ya, mecmualardan artist resimleri kesilmiş, duvarda sıra sıra asılı. Rahmetli Mehmet Dayı, duvardaki bu resimlerden Cüneyt Arkın’ın resmini göstererek “bu kim?” dedi. Ali İhsan Hoca da, “baba, bu şimdiki Diyanet İşleri Başkanı” dedi. Mehmet dayı, “maşallah çok babayiğit adammış” dedi. Bunun üzerine biz gülmeye başladık. Bizim gülmemizden kuşkulanıp, “Ne gülersiniz be?” deyince ben, “Mehmet Dayı, o Diyanet İşleri Başkanı falan değil, bir artist” deyince, “zaten duruşunda bile bir meymenet yok bu adamın” dedi.
 
DİĞER SÖYLEŞİLER
Prof.Dr. MEHMET BOZKURT ATAMAN - En Büyük Hedefim Armutlu Üniversitesinin Kurulduğunu Görmektir

DR.MEVLÜT ÖZER - Ankara'dan Selam Getirdik

ZEKAİ TETİK - İstanbul'da Armutlu Esintisi

VELİ DEMİRÖZ'Ü TANIYALIM - Köyümüzün İlk Öğretmeni

Şiirlerimiz
Hikayeler
Söyleşiler
Köyümü Özlüyorum
Copyright © 2012 Konya Bozkır Armutlu Köyü.