1. Yazı İçin : http://www.armutlukoyu.net/haberler/karalama-defterinden
Pitbul,Dalmaçyalı, Buldog, Lesi, Av Köpekleri, Çoban Köpekleri, Tazılar, Kuş Köpekleri, Süs Köpekleri, Karabaşlar, Narkotik Köpekleri, Kurt Köpekleri, Sivas Kangal… vs. vs. Tam 234 ırktan çok çeşitleri varmış sizin anlayacağınız. Bizim hiç köpeğimiz olmadığı için, ben daha fazlasını bilmem. Eğer siz daha fazlasını merak ederseniz, internetten bakabilir ve köpeklerin neler becerdiğini; Orhan PAMUK’UN “Benim Adım Kırmızı”romanından “Köpek” bölümünü okuyarak öğrenebilirsiniz…
Şimdi ben bu hayvanları: A- Sokak köpekleri, B- Hizmet köpekleri, C- Sosyete Köpekleri diye üçe ayırıyorum:
A-Sokak Köpekleri: Sahibi olmayan, bakımsız, sokaklarda bulduğu ile geçinen, mikrop üreten, tehlikeli köpeklerdir. Bunlara her yerde rastlanır…
B-Hizmet Köpekleri:
1- Ashabı Kehfin’in (Yedi Uyurlar) Köpeği: Okuyun lütfen (Kur’an-ı Kerim; sure:18)
2-Canberk:
Mutasarrıf (Kaymakam) Hasan Beyin köpeğiydi Canberk.
Mutasarrıf Hasan Bey, Çanakkale şehitlerimizden biridir. O, Düşmana karşı hakim bir tepede konuşlanmış bir birliğin komutanıymış.
Canberk’in, dili sarkmış, gözleri çapaklı, derisi uyuz, açlıktan karnı sırtına yapışmış, adım atmaya mecali kalmamış, ölmek üzere iken; Hasan Bey, Onu, cephede bulmuş.
(O: Merhametli Kaymakam, Kahraman Asker ve Aziz Şehit) Hasan Bey, Canberk’e acımış, yanına alıp, karnını doyurmuş, tedavisini yapmış; sonra da eğitip, birliğine katmış. Canberk’te olmuş bir asker.
Canberk, başta Hasan Bey olmak üzere, askerlere de itaat ederek yararlı hizmetlerde bulunmuş. O, zaman, zaman ajan olarak düşman cephesine geçer, birliğine düşman hakkında bilgiler getirirmiş. Ve bir gün:
Fransız’ların Afrika’dan toplayıp, Müslüman Türk’ün karşısına düşman olarak diktiği, Afrikalı bir zenci, sürünerek Hasan Bey’in birliğine sızmış. Zenci, hücuma geçtiği bir sırada, bizim askerlerden biri ateş eder, zenci yüz üstü düşer oraya.
Hasan Bey, ölmedi ise tedavi ettirmek niyetiyle, yüz üstü yatan zenciyi çevirmeye çalışır.
Tam o sırada zenci, koynunda sakladığı bıçağı Hasan Bey’in kalbine saplar. Hasan Bey: “- VALLAHİ, ALLAH ŞAHİDİMDİRKİ, ONU TEDAVİ ETTİRMEKTEN BAŞKA BİR NİYETİM YOKTU. ARKADAŞLAR, HAKKINIZI HELAL EDİN” der, şahadet getirir ve şehit olur.
Askerler, ŞEHİT komutanlarının üstünü Türk bayrağı ile örterler.
Az sonra Canberk, bir VAYVELA kopararak gelir ve şehidin etrafında, tırnaklarıyla yerleri kazımaya başlar. Askerler ağlar, Canberk ağlar, komutanlarının başında.
Askerler susar, Canberk susmaz bir türlü. İllaki O, Hasan Bey’in soğuk yüzünü, görmek ister.
Askerler, şehidin baş tarafından göğsüne kadar bayrağı açarlar; Canberk atlar şehidin üstüne ağlayarak, Hasan Bey’in yüzünü, gözünü ve üzerindeki kanları yalamaya başlar.
Sonra, O’na sarılır ve göğsüne yatarak inlemeye başlar. Askerler biraz dursun diyerek bayrağı üzerlerine örterler. Bir müddet sonra Canberk’in iniltisi kesilir. Ve askerler: “- Haydi Canberk kalk artık. Komutanımız öldü. O’nu defnetmemiz lazım. O, şimdi Cennete gidecek. Yolcu yolunda gerek. Oyalama yolcuyu, haydi gel.” Deseler de,
Canberk’ten çıt çıkmaz. Açarlar bakarlar ki; Canberk, Hasan Bey’e sarılmış bir vaziyette, göğsünün üstünde ruhunu teslim etmiş.
Şair ne güzel söyler:
“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,
“Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın
“Ey şhid oğlu şehid, isteme benden makber,
“Sana ağuşunu açmış, duruyor peygamber.” (M.Akif)
Ve Allah, hüküm veriyor: “Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyin. Onlar diridirler (yaşıyorlar) lakin siz anlayamazsınız” ( Bakara: 154)
Evet Onlar: Hasan Beyler, Yahya Çavuşlar, Seyit Onbaşılar ve tüm ÇANAKKALAE ŞEHİTLERİ, Bedrin ARSLANLARI gibi şanlı; Canberk de, Ashabı Keyfin Köpeği gibi sadıktı…
3-Cennete Vesile Olan Köpek:
Rivayet* olunur ki, Asrı saadette bir kötü (AŞÜFTE) kadın varmış. Çölde bir köpeğe rastlamış. Köpek, bir su kuyusunun başında susuzluktan kıvranıyormuş. Ama kuyuya bir türlü inememiş. Kötü kadın, acımış zavallı köpeğin haline, kuyuya inerek ayakkabısına su doldurmuş ve köpeği sulamış.
Olayı Hz. Peygamber efendimize anlatmışlar, ve kadının bu davranışı hakkında ne düşündüğünü sormuşlar. Peygamberimiz (sav): O kadının, susuzluktan ölmek üzere olan köpeği sulamasından dolayı cennetlik olduğunu haber vermiş.
“Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen.
“Muazzam bir sehâsın sen, dilersen rûnumansın sen;
“Habib-i Kibriyasın sen, MUHAMMED MUSTAFA’SIN SEN.
“Cemâlinle feahnâk et ki, yandım yâ Resulullah”
Yaman DEDE
C-Sosyete Köpekleri: Sosyeteler de iki kısımdır:
a- Asıl Sosyeteler ve Köpekleri: Bu sosyeteler, 1. dereceden sosyete olmalarıdır. Yani bunlar sonradan görme değillerdir. Kökten sosyetedirler. Onlar, görgülerini ve varlıklarını atalarından almışlardır.Söz konusu sosyetelerin de namuslusu vardır,namussuda. Namussuz sosyetelerinin en meşhuru şüphesiz, İRAN’IN DEVRİK,
MÜTEVEFFA ŞAHI: RIZA PEHLEVİ idi. Rıza Pehlevi, gerçekten kökten gelme bir sosyete idi. Ataları gibi o da İran Halkının kanını emerek atalarının yolunu
izliyordu. Onun işi daima İran’ı yönetmekti. Atalarından öyle gördüğü için, kendini öyle inandırmıştı.
O, diyordu ki: “İran’ı yönetmek, Pehlevi Ailesine verilmiş Tanrısal Bir Haktır”.
Adeta onun için yaratılmıştı hazret!
20. yy. ın Firavunu gibiydi. O, bu sözüyle Firavun’dan bir kertik aşağıda kalıyordu.
Firavun mısırlılara: “GALE ENE RABBUKUMUL- EĞL” “(Ben sizin en büyük RABBİNİZ değimliyim?)” (en-Naziat:24) demişti. Akıbeti belli…
Şah Pehlevi, dünyada devrinin en zengini, en sömürücüsü, en zalimi, en sorumsuzu ve zevkine en düşkün insanı idi. Yani O, devrindeki sosyetenin de ŞAHI idi.
Şah demek sorumsuzluk demekmiş. Çünkü ona kimse bir şey soramazmış. Şahlık, krallıktan da, öte bir şeymiş. Ne edeceği, nereye gideceği, nereye işeyeceği bile belli olmazmış. Onun için Şahın Sarayında wc.si bile yokmuş. İstediği yere pislermiş, köpekler gibi yani. Bir ara arkadaşlar arasından bendenizi de ŞAH seçmişlerdi… Sizin anlayacağınız birkaç sene ben de Şahlık makamında bulundum. Ne ki, benim Şahlığım
Züğürt tesellisiydi. Çünkü ne, servetim vardı ne de sarayım, hatta köpeğim bile yoktu. Ama alaturka tuvaletim (WC) vardı, hala da var çok şükür. Biz böyle uyduruk bir
şahlık yaparken, arkadaşın biri gıyabımda ihtilal yaparak beni devirmiş, tahtıma da konmuş. Hayırlı olsun ne diyelim… Gelelim sadede.
1-Şah Rıza’nın, Köpekleri; Hifi ile Fifi’si:
Benim gibi uyduruk değil de, asıl şah olan RIZA PEHLEVİ’NİN, Hifi ile Fifi adında iki asil köpeği varmış. Şah Rıza, bu sevimli köpekleri evlendirmek için, sarayın bahçesinde muhteşem bir düğün töreni tertiplemiş. Hifi ile Fifi’yi evlendirmiş.
Ve ardından Şah hazretleri, yine büyük bir törenle, bu sevimli çifti BALAYINI YAPMALARI İÇİN, bir kayığa bindirip, Basra Körfezi’nin engin sularına salmış.
Hifi ile Fifi, “BALAYINDAN" döndüler mi bilinmez, ama bilinen bir gerçek var ki,o da; Şah Hazretleri gittiği yoldan bir daha ülkesine ve saraylarına geri dönemedi.
Şah, kadim dostu, stratejik ortağı, onlarca ton altınını, mücevherlerini emanet ettiği, güvenilir ülke, AMERİKA’ YA yerleşmek için yola çıkmıştı. ABD ye bile giremedi. Yani, sokulmadı bile Amerika’ya. A.B.D ’NİN, talimatıyla; Önce Kanada’ya, sonra Panama’ya ve daha sonra da Mısıra sığındı. O kadar, mal ve mülkün, şan ve şerefin sahibi, sonunda bir sığınmacı olarak bizim komşu; Hasan’ın İT’İ gibi, geberdi gitti.
“Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi ?
Mal da yalan, mülkte yalan,
Var birazda sen oyalan.” Y.E.
2-Sahibini Yiyen Köpek:
Onlar,30-35 yaşlarında iki kardeş, metropol bir şehrin, saygın iş adamlarındandılar. Varlıklarının temeli babalarına dayanıyordu. Babalarından kalan serveti geliştirme
yolunda bayağı efor, sarf ediyorlardı. Kimseyle de hır gürleri yoktu. İşyerlerinin önünde, servis arabaları, içerde işçiler harıl, harıl çalışıyordu. Yani işler yolundaydı. Şehrin en seçkin yerinde villaları; bahçesinde enva-ı çeşit çiçekler,
kamelyalar, barbeküler, yüzme havuzları, salıncaklar vs,.vs. yani bir villada ne lazımsa her şey tam tekmildi. Hatta, bahçeye bir de “PİT BUL” köpek salmışlardı ki; bu saltanat ve saadetlerinin bekçisi olsun. Kapının önünde; bu genç iş adamlarına
yaraşır, iki adet de son model, binek otomobilleri hazır beklerdi. Aile yaşantıları da sevgiye dayalı bir şekilde sürüp gidiyordu… Ta ki;
Kardeşlerden biri, iş bağlantısı için şehirlerarası yola çıkar.
O şehir senin, bu şehir benim derken bey efendinin yolculuğu, birkaç gün sürer.
Eşler, telefonla sık, sık görüşmeler yapsalar da birbirlerini özlerler. En son telefon görüşmelerinde, hanım efendiyi bir heyecan sarar. Zira beyefendi, evine dönmek üzeredir.
Hanım efendi, elleri koklarlı sığar, yemek yapmak için girer mutfağa. Bütün maharetini göstererek, öyle nefis yemekler yapar ki, sormayın. Ortalık yaz günü masayı bahçeye kurar; üstüne de, bahçeden itina ile derlediği çiçeklerden bir demet çiçeği vazoya yerleştirerek, masanın tam ortasına koyar. Sıra bey efendiyi beklemeye gelir.
Hanım efendi, ellerini koynuna sokarak bir-kaç dakika masada oturur. Sonra yerinden kalkar, öylesine masanın etrafında dolaşmaya başlar. İşte tam da o sırada:
Kafayı bozan, korkunç yüzlü PİT BUL, hanım efendiye saldırarak onu, boğar ve birkaç dakika içinde param parça yapar… Bey efendi, kapıdan girince; gördüğü manzara karşısında şok geçirir, donar kalır oracıkta.
Çünkü, yıllardır bir evlat gibi bakıp beslediği, PİT BUL; sevgili eşinin bir göğsünü koparmış yemek üzeredir.
Olayın devamı arşivlerde kaldı, yani tarih oldu. Devamı Gelecek
Ali İhsan BÜTÜNER