Ana Sayfa Köyümüz Köylülerimiz Şiirler - Yazılar Galeri Rehber Basında Biz Yönetimimiz İletişim
DOGS (KÖPEKLER) - 3

ufak ufak dokunuşlar, hafif rutuşlar ali ihsan bütüner'in kaleminden

 

 1. Yazı için : http://www.armutlukoyu.net/haberler/karalama-defterinden
 
 2. Yazı için : http://www.armutlukoyu.net/haberler/karalama-defterinden-dogs--kopekler--2--bolum
 
3.BÖLÜM
 
Efendim, yukarda sosyeteleri biri; Asıl Sosyeteler, diğeri; Ham Sosyeteler diye ikiye ayırdım ya kendimce. Asıl Sosyetelerin iyilerine de rastlanır mı bilinmez, ama -ben hiç rastlamadım- Ham Sosyetelere çokça rastladım sayılır. Bu Sosyeteler, her şeyi sonradan gördükleri ve gösteriş meraklıları oldukları için, çağdaş anlamda “POP SOSYETELER” diye söylesem de yakışır kanısındayım.
Şimdi sosyetenin hamı ve ya olgunu da mı olurmuş demeyin sakın. Olur efendim. Ham Sofu, Ham Yobaz olur da; Ham Sosyete neden olmasın?
Adam bir iki yerde dini sohbete katılır; üç-beş hurafe öğrenip geliyor. Sonra başına “Allame”   kesiliyor. Al sana Ham Sofu ve ya Ham Yobaz. Gerçi, Sofi ile yobazı birbirinden ayırmak gerekir. Sofinin Hamı da olur, pişmişi de… Sofinin hamı işe yaramaz, lakin pişmişi tadından yenmez. Ama yobazın ne hamı işe yarar, ne pişmişi. Hatta Yobazın pişmişi, hamından da tehlikelidir. Çünkü yobaz, öyle sanıldığı gibi sadece dini bilgisi az olan kişilere denmez. Deseler de, yalandır. Asıl Yobaz: hayatı ve bütünüyle evreni miladi altıncı asrın, gözüyle görüp algılayandır. Ham yobazlar ise, hiç dini bilgileri olmadığı halde, dini ve dindarı çağdışı olarak gören, her şeyi ben bilirim, havasına kapılarak; kendi doğrularını din haline getirenlerdir. Onların tek gayesi vardır, o da; yeme-içme ve üreme. Yeri gelince yobazlar babalarına bile kazık
atmaktan utanmazlar ve kendi sıfatlarını başkasında görmeye kalkışırlar…
İşte Sosyetenin hamı, yobazın hem hamına, hem de pişmişine benzer. Köpekleri de aynı. Onların verdiği zararlar, daha çok ailelerine ve yakın çevrelerinedir.
Nereden mi biliyorum
Biraz araştırdım, biraz da denedim.
Bir ara ben de sosyete olmaya heveslenmiştim.
Ama sosyete olmak öyle kolay iş değildi. Para yok, pul yok. At yok, araba yok. Yatım yok, limanım yok. İtim yok, köpeğim yok. O yok, bu yok. Yok, ama bir kere kafaya koydum sosyete olacağım illaki…
Düşünmeye başladım. Bir yerlerden başlamalıydım. Ama nereden? Etrafıma göz gezdirdim, bazı analizler yaptım, bazı şeyler öğrendim.
Mesela: Nakit sorununu çözmek için, bankadan kredi çekebilir, sol elle yemek yemeye başlayabilirdim.  
Kredi işini öteleyerek, ilk önce sol elime çatalı aldım.  Böylece Sosyete olmaya ilk adımımı atmış oluyordum.
Ve yemekleri sol elimle yemeye çalıştım. Bir türlü beceremedim.
Ah o halimle beni, bir görmeliydiniz…
Hani şarkı söylemesini bellemeden, ”AS SOLİST” olarak sahneye çıkarılan(!) “SANATÇI BOZUNTULARI” var ya, tıpkı onlara, benziyordum. Ya da önce müziğe haram deyip, sonradan uydurdukları birkaç kelimeyle, Güney Doğu ezgilerini ilahi diye, söyleyen teranecilerin bestesi gibiydim.
Elimdeki çatal, onların mikrofon tutuşuna, yemek yiyişim de şarkı söylemeleri gibiydi. Her yemek yiyişimde yemekleri üstüme başıma damlatmaya başladım.  Çünkü çatal, sol elime hiç yakışmıyordu. Baktım HAMLAŞIYOROM, üstelik hanımdan dayağı yiyeceğiz; hemen sosyete olmaktan vazgeçerek, tabii halime rucû ettim.
 
b-Ham Ve ya POP Sosyete Köpekleri:
 
1-Sakız Çiğneyen Köpek:Bu köpek, sahibi Bay Fırıldak’ın ikinci köpeğiydi. Bay Fırıldak’ın, eskiden LESİ adında bir köpeği vardı ki, görmeye değerdi doğrusu.
Sahibi Bay Fırıldak, dolandırıcılıktan batıp, takibe uğrayınca terki diyar eyledi. Tabi ki, köpeği Lesi de kaldı, iş kadını diye yanında tuttuğu metresi A. Hanımda.
Bay Fırıldak, öyle bir adam ki; illa da 5 kazanacak, 10 harcayacak. İşte 5’İ kazanabilmesi içinde bir şeyler yapması gerekir. E, adamda sanat yok, sermaye yok, tahsil yok ve inşaatlarda amelelik yapacak şeyi de yok. Ama illaki lüks yaşama zaafı var. Onun için adam kandırmayı sanat edinmiş bir zat.
Bu zat, Bazen öğretmen olur, bazen mali müşavir, bazen  hacı, bazen hoca… Bazen zemzem içer, bazen kola kutusunda votka. Bazen nargile içer, bazen de ot çeker. Yani insanları kandırmak için giremeyeceği kılık yoktur, onun için. Ona, bin-bir surat da deseniz, yakışır yani. Sözlerinin %90 yalan, % 10 şüphelidir. En iyi becerdiği rol de dürüst esnaf, rolüdür. Esnaf rolünü, iyi kıvırdığı için,   gittiği her şehirde bir dükkan açar. Yani adam, AY’a çıksa (pardon kaçsa), oraya da dükkan açacak. Nasıl olsa, diğer gezegenlerden bazı enayiler gelir, ondan mal alırlar. Hiç iş yapmasa bile, uzay araçlarına yakıt, astronotlara da, su satarak yine de işini, yürütür hazret.
Fırıldak Bey, uzaya gitmeyi gerek görmeden, en son turistik bir şehre yerleşir, ve acilen bir mağaza açar, içini malla doldurur, imitasyon (sahte) mal üretimine başlar.
Hemen, Metres Hanımı da, getirtir. Şimdi artık yaşama zamanı. Nasıl olsa paralar akmaya başladı. Metres hanıma, ayrı bir ev tutar. Dayar döşer içini. Metres hanım, şehrin giyim kuşam kültürüne göre, giyinir kuşanır. Ve hanım efendi öyle paralar
harcar ki, sormayın gitsin. Bir yerine beş, on yerine yirmi, yüz yerine bin, anlayın gayrı siz gerisini.
“- Ay şekerim, para dediğin de nedir ki, geçenlerde ev sahibim zam yapıcam dedi, aman, aman yapacaksan yap, lütfen para konusunda beni rahatsız edip durmayın dedim. O bana şu kadar olıcak dedi. Ben, adamın eline 100 fazla saydım” diyordu.
Artı 100 saymanın bir amacı da; çevrede saygınlığını artırarak, sosyeteye karışmaktı.
Ama saygınlığını  tamamlamak için, bir tek eksiği kalmıştı Metres hanımın, o da; bir köpek almaktı.
-“Lafı mı olur hayatım” dedi, Bay Fırıldak, ertesi gün ona, bir süs köpeği aldı.
Ay, ne kadar da yakışmıştı, Metres hanımın eline köpek.
Köpeğin adını, SULTAN koydular.
Metres Hanım, köpeği SULTAN’LA birlikte, her gün kuaförlerde, alışveriş merkezlerinde, şehrin en popüler semtlerinde görünür oldu. Metres Hanım, toplum içinde ne kadar çağdaş bir hanım olduğunu gösterebilmek için, köpeğe öğrettiği birkaç hareketi fırsat buldukça tekrarlatıp duruyordu. Bir gün, Bey Efendinin ofisinde avukatımla birlikte bende, SULTAN (KÖPEK) KIZIN(!) maharetlerini izleme şerefine(!) nail olmuştum:
“-Haydi kızım bana, merhaba de bakim.” Diyerek köpekle tokalaşıyor,
“-Haydi, şu abiyi bir korkut,” deyince de Sultan: sayıyla, iki kez: “HAV, HAV” diyor, abiyi korkutmuş(!) oluyordu.
 
“-Hani babaya selam” deyince, köpek; ön ayaklarını kaldırıp, bir-iki saniye arka ayaklarının üzerinde dikeliyor, sonra; Bay Fırıldağın kucağına atlayarak oturuyordu. Metres Hanım, tekrar sevimli kızı (köpek), SULTAN’A:
“-Hani bana öpücük, hani bana öpücük” diyerek yanağını gösterince, SULTAN:
“-HAV!…. HIRRR……… HAV, HAV” diye güya, öpücük yolluyordu, annesine. Ama anne, SULTAN kızının bu numarasını yutmadı ve:
“-İyi, ama alacağın olsun” diyerek, buruşuk yüzünü ekşitince, SULTAN; davayı çaktı ve Metres annenin kucağına atlayıp, yüzünü gözünü yalamaya başladı. Anne Metres, SULTANININ bu, numarasına karşılık, bir jest yaparak, çantasından çıkardığı sakızı, köpeğin ağzına koyarak ödüllendirdi… Bu mini karizmatik(!) ve pop sosyetik(!) gösterinin ardından, SULTAN; sakız çiğnemeye, Metres Hanım da, orada bulunanlara hava atmaya devam ediyordu.
“-Ay vallayi çocuklaar, ben bu kızın sakızına yetişemiycem artık. Anacığım günde bir kutu sakız, tüketiyor. Kızım yutma, çiğne diyorum, hiç dinlemiyooo. Sakızın yarısını yutuyor, yarısını kırıp atıyor, kıı” diye lügat parçalarken, SULTAN DA; Anne Metres’in dediği gibi, sakızları ağzında geveleyerek, yarısını yutup, yarısını kırarak salyasıyla birlikte yerlere saçıyor, üstüne de (çaktırmadan) bir güzel işiyor ve oturup yalanıp duruyordu…
 
Bu Pop Sosyetenin baş aktörleri, birkaç ay yediler içtiler, köpekleri SULTANLA birlikte sakız çiğnediler. Ama bir gün; SULTAN (KÖPEK) KIZ, amansız bir hastalığa yakalandı ki, sormayın. Baba Fırıldak Beyle, anne Metres Hanım, adeta yıkılmışlardı. Geçici de olsa, kendilerine pembe bir dünya kurmuşlardı. Bu pembe hayatın bir gün kararacağını onlarda biliyordu zaten. Yaptıkları iş, hep sahteydi. Kimlikleri sahte, ticaretleri sahte,
alış verişleri sahte, gülücükleri bile sahte idi ve bir gün bütün sahtelikleri yüzlerine okunacaktı. Zaten takip ediliyorlardı. Ama hiç olmazsa, yakayı ele verinceye kadar, biraz yaşamaları, eğlenmeleri gerekirdi. Onlar için SULTAN ( KÖPEK) KIZ, evlerinde
bir neşe kaynağıydı. Onu, nasıl da, sevmişlerdi. O, ölürse Metres Hanım asla dayanamazdı. Çünkü onun, hiç evladı olmamıştı. Evlat yerine köpeğini seviyor, ona
sarılıyordu… Bay Fırıldak,   SULTAN KIZ’IN iyileşmesi için çare arıyor, ilaç bulmaları için, elamanlarına talimatlar yağdırıyor, ortalığı birbirine katıyordu. Yaşadığı şehrin veterinerleri ona: arka bacakları tam felç olan SULTAN kızın, iyileşme olasılığının olmadığını söylemeleri, Bay Fırıldağı çileden çıkarıyordu.
Şehirler arası pazarlama yapan elemanlarını arayarak, dolaştıkları şehirlerde birinci işlerinin; Veteriner Hekimlerinden, Profesörlerine varıncaya kadar dolaşmalarını, durumu anlatarak çare aramaları talimatı verdi.  Bu talimatla bütün birimler, alarma geçtiler. Ama çare bulamadılar, bulup gönderdikleri birkaç ilaç da, Sultana derman olamadı. Sultan, gün güne eriyor, sürünüyordu.  Metres Hanımda öyle.
“-Anacığım, bütün ilaçlar kar etmiyorsa, bu kızda nazar var. Evet, evet nazar. Bir hoca bulup okutalım ve bir muska yazdıralım”. Dedi. Bay Fırıldak:
“-Olur yazdıralım hayatım,  zaten başka şansımız da kalmadı, denemek lazım. Dedi ve yanında bulunan elemanlarına:
“-Aranızda  derin bir hoca   bileniniz var mı ?”  Yanık Ahmet, hemen atladı:
“-Abi benim muskayı taksak olmaz mı ?” deyince,
“-Kes lan. Aptal, sen kız mısın ki, senin muskayı takalım? … ve ardından:
“-Beyler, hepiniz dağılın. Ne kadar hoca hacı, imam müftü varsa bulun ve en etkili bir muskayı yazdırıp getirin. Haydi! marş, marş!” Komutunu verdi.
Elemanlar dağıldıktan sonra, Metres hanıma:
“-Üzülme sultanım, elbet bir çaresini bulacağız. Biz, bu yollarda beraber yürüdük, ne badirelerden geçtik. Bir yolunu bulacağı elbette” diyerek Teselli etmeye çalıştı.
 
Birkaç saat sonra Ahmet hariç, elemanlar elleri boş olarak döndüler. “Ne imiş efendim, dinde böyle bir şey yokmuş, hele köpeğe muska takmak ta ne imiş canım?” diyerek hocalar olumsuz yanıtlar vermişler. Hele imamlardan biri, elamanları dövmeye kalkışmaz mı? Bey Efendi bunları duyunca:
“-Hey Allah’ım, sen bana sabır ver. Yahu, bunlar hoca değil ki, “Rejimin yetiştirdiği namaz memurları”. Hani o, eski hocalar? Ulan adamlar, ateşi yalar, su üstünde yürür, deriyi yürütürlerdi be. Ah! Ah! Ah bu hoclar ah! bu   hocalarla memleketin hali nereye gider, orasını bilemem artık?”
Biraz sonra, Yanık Ahmet de, geldi. Patron:
“-Ahmet, ne oldu?” Diye sordu. Ahmet:
“-Tamam, patron ama hoca yarına, dedi”.
“-Oğlum hangi caminin imamı bu, niye yarına imiş?”
“-Abi, bu imam değil ki, eski taksi şoförü, babamın arkadaşı, yani?”
“-Ulan taksi şoförü ne anlar, hocalıktan, muska yazmaktan?”
“-Sen ne diyon abi? kuru deriyi bile yürütür alimallah. Adamın elinde bir kara kaplı var, aha böyle. Adama dedesinden kalmış. Yalanım varsa, ekmek Kuran çarpsın.”
“-Sahi mi, lan? Ne, diyon, sen?” diye sorduktan sonra, Bey Efendinin gözleri açıldı, bir sigara yaktı… Bir, iki saniye düşündükten sonra, gülümseyerek Ahmet’e döndü; alçak bir ses tonuyla:
“-Ahmet.” Dedi.
“-Buyur abi”.
“-Oğlum bu hoca, define işlerine de bakar mı?”
“-Ayıpsın abi, asıl işi odur hoca efendinin. Zaten ona, “DEFİNECİ HOCA” derler”
“-Tamam lan, tamam. He, he. Heyyyt! Demek günümüz de hala, derin hocalar varmış. Allah’ım, sana şükürler olsun”.
Bu, şükrün ardından iki gün geçmedi ki, küçük ama hazin bir cenaze töreniyle, SULTAN (KIZ) KÖPEK, defnedildi… Ölenle ölünmezdi tabi. Metres Hanımın moral bulması için, Bey efendi, aynı cins, aynı renkte erkekli dişili iki adet SULTAN KÖPEK siparişi vermiş, törenin ardından, aynı gün köpekler gelmişti. Sürpriz olsun diye, yeni
köpekleri eve götürdü. Metres Hanımın gönlünü alıp, bu şirin köpeklere, iyi bakmasını söyledi. Ofiste defineci hoca ile konuşmak için evden ayrıldı.
Bay Fırıldak, ofise vardığında, henüz hoca teşrif etmemişti, fakat üç kişinin kendisini beklediğini gördü.
“-Hoş geldiniz” diyerek, masasına geçti. Önce tanışma faslı… Sonra biraz ticaret, mal, para çek- kredi vs. Anladı ki Fırıldak, bu müşteriler yüklü mal kaldıracaklar. Keyiften dört köşe…
“-Oğlum, kızım baksanıza misafirlerimize, ne arzu ederler” dışarıya seslendi. Müşterilerden biri:
“-Afedersiniz bey efendi, sizin asıl branşınız nedir”?
“-Kimyager efendim.”
“-Öyle mi? ben öğretmen diye duymuştum”.
“-Kimya öğretmenliği de yaptım bir ara….”
 
“-Yo, yo yanlışınız var abi, ben bey efendinin bankacılıktan geldiğini işitmiştim.” Dedi öbürü.
“-Ha ha ha, o yanlış, bankacılık yapmadım. Borsacılıktı yani”. Birinci memur tekrar:
“-Ya! demek hem kimya, hem finans?”
“-Ee… Ekmek kavgası işte. İnsan, nafakası için çeşitli kılıklara girebiliyor, ne yaparsın?” Üçüncü memur:
“-Başka hangi kılıklara girdiniz?”
“-Kılık dediysem, iş gereği, şartlar zorluyor yani?”
“-Tamam da, başka hangi kılıklara demiştim?”
“-Yahu ne başka kılığı? Başka kılık mılık yok, kardeşim. İşimizi yapalım, bey efendi.” Diyerek kızgınlığını belirtti.
“-Yapalım bey efendi. Ne yapacağız şimdi?”
“-Abiciğim, siz mal almaya gelmediniz mi?”
“-Biz malları aldık zaten”.
“-Nerden, kimden kimin malını aldınız, anlamadım?”
“-Depodaki bütün malları, baskı makineleri ile birlikte, ne varsa yani”.
Üçüncüsü ise baklayı ağzından çıkardı:
“-İsterseniz bey efendiyi daha fazla yormayalım, KOMSERİM”. Deyince…
Bey Efendinin benzi renkten renge geçti, elleri ayakları titremeye başladı…
“-Ne malı, ne makinesi, yani… şey, ne komiseri… yoksa siz?
-“Sakin olun lütfen, panik yapmayın, her şeyin bir yolu vardır elbet.” Deyince komiser,
Bay Fırıldak:
“-Allah aşkına…  Doğru mu söylüyorsun abi?”
“-Elbette, emniyette bütün geçmişini okursun merak etme.”
“-Abi… İş abi ya.  Allah’ını seversen…”     Komiser:
“-Haydi çocuklar, alın Bey Efendiyi gidelim”.
“-Buyurun, Bey Efendi, uzatın ellerinizi” diyerek, polis kelepçeyi uzatınca; Bey Efendinin, kimyası bozulmuş, o kıvrak zekası iflas etmiş bir şekilde bağırıyordu:
“-Ne kelepçesi, ne eli, yani kimin eli? Kim dedi size, benim öğretmen olduğu mu? Ne bankacısı, kimin Kimyacısı?   Kimin hacısıymış, kimin hocası yani? Dünyada Hacıdan ve hocadan çok ne var?”
Elleri kelepçeli bir vaziyette, iki polisin arasında giderken, kapı kenarına sıralanmış personeli görünce:
“- Çocuklar, hoca gelince karnını doyurun, kahve söyleyin, elini öpün, saygıda kusur istemiyorum, ona göre. Ben hemen dönerim.”
Polis arabasına bindirileceği vakit, polislerden izin isteyip geriye döndü, ofisine ve kapının önünde şaşkın, şaşkın bakan personele tekrar buğulu gözlerle baktı. Boğuk ve ağlamaklı bir ses tonuyla:
“-Çocuklar,” Dedi. yutkundu.
“-Köpeklerin mamalarını gönderin olur mu?”   Hep bir ağızdan:
“-Tamam, BEŞİR ABİ “. Dediler.
Patron, bir daha yutkundu, burnunu çekti ve kükredi:
“-Ulan bana niye öyle bakıyorsunuz? Bana niye Beşir abi diyorsunuz? Ben Beşir miyim, Zeki mi? Ben Öğretmen miyim, müdür mü? Kimyager miyim, bankacı mı? Hacı mıyım, hoca mı?   Söyleyin bakayım, ben kimiiiim?   Ben, hem veterinerim hem
de kasabım. Ben, hem defineciyim, hem de madenci. Hem ithalatçıyım, hem de ihracatçı. Ben tam bir,  FIRILDAKÇIYIM”. Diyerek son sözlerini söyledi.   Ve:
 
Ertesi gün basında flaş bir haber: “ SAHTE CD’ci VE KREDİ KARTI ŞEBEKESİ ÇÖKERTİLDİ”.
 
2-Duman: Asil bir hayvandı. Bey Efendi onu, Veterinerlik Fakültesinden almıştı. Dumanın, cinsi ve cibilliyeti belliydi. O, asil bir KANGAL yavrusu idi. Üstelik kağıdı küreği ve sigortası da vardı. Fiyatı mı? Sorun mu olur canım, Bey Efendi bankadan 1 trilyona yakın kredi çekmiş, içinden de küçük bir meblağı Dumana yatırmıştı. Kredinin 400 milyarına, şehrin en lüks semtinden bir villa satın almış, Dumanı da bahçesine bağlamıştı. Hani yakışmıştı da yani…
Bey Efendi, Bey Efendi olmazdan önce, sade ama başarılı bir edebiyat öğretmeni idi. Görev yaptığı okullarda, hep başarı gösteriyor, hem okul idaresi, hem de öğrencileri onu çok severlerdi. Öğrencileri daima başarılı olurlar, hatta yarışmalarda dereceler alırlardı. 15-20 sene böyle devam etti. Ama bir gün geldi ki, bizim hocaya bir şeyler oldu. Ticaretle kafayı bozdu. Yani diyordu ki;
“-Efendim bunca yıl okuduk, okuttuk, öğrenci yetiştirdik de ne oldu ? Öğrenci yetiştireceğimize para kazanıp, topluma öyle yararlı olalım.”   E, adı üstünde hoca bu? Elbet vardır bir bildiği değil mi? Ve hoca dünyanın en kutsal işlerinin başında gelen; “insan eğitmeyi” basit! görerek, para kazanmaya niyetlendi. İlk iş:
Yılların birikimi olan, evindeki tüm kitaplarını kolilere doldurup bazı okullara vermek oldu. O, bu saatten sonra evinde kitap görmek istemiyordu. İkinci olarak, bir cep telefon dükkanı açtı. Okul ile dükkan arsında birkaç yıl gidip geldi. Paraya dadandıkça, okula gidip gelmesi eski tadında değildi. İş yoğunluğu yani; hesap kitap işleri onu bayağı bir yorduğundan kimi zaman derslere yetişemiyordu.  O yüzdenyetişemediği  “ Edebiyat” derslerine girmeleri için, ya beden eğitim öğretmenine ya da, matematik öğretmenine telefon ederek derse sokuyordu. Hoca, “edebiyat derssini” matematikçi ile bedenciye ihale ederek, bir nevi özelleştirmişti.
İyi de:
-Herkes işini yapmaz ve her önüne gelen, her işi yapmaya kalkarsa… Yani kereste tüccarı öğretmenlik, imam besicilik yapmaya kalkarsa…Bu memlekette kalas gibi adamların eğittiği talebeler odun gibi olmaz mı?   Diyelim ki, imamlar İNEK ALIP DANA satmaya başladılar… O zaman SIĞIR ÇOBANLARI DA, imam olursa ne olacak? O zaman bu imamların önderliğinde! dini ve bütünüyle ( evrensel) bir hayatı: ÖKÜZ GÖZÜYLE algılayan SIĞIR GİBİ BİR CEMAAT çıkmaz mı ortaya? Mesela bu besici imamlar, dinin başta; İLİM, İRFAN, AHLAK, AKLETME, FİKRETME, FIKHETME ve saniyen: ADALET, HAK-HUKUK, geleceğe yönelik; UFUK, VİZYON, STRATEJİ, CİHAD, AHDE VEFA vs. gibi emirlerini unutur da:
“-CENNETE GİTMENİN EN KISA YOLU, SADECE KURBAN BAYRAMLARINDA, TOSUN KESİP; ETİNİ YİYİP, -YİYEMEDİKLERİNİZİ ve DERİSİNİ –KUTSAL İNEK VAKFINA BAĞIŞLAMAK- ve KIYAMET GÜNÜNDE DE, TOSUNUN SIRTINA BİNEREK SIRATI : (230 km/h) HIZLA GEÇMEKTİR” diye bir fetva verirse…
Ve bu öküz gözüyle aydınlanmış cemaatte, sürü psikolojisiyle harekete geçer ve tosun sırtında sırattan geçmek için cennete girme maratonuna kalkarsa…  E, biz sıratı hangi MAHLUKUN sırtına binip te geçeceğiz ?]
Yani büyük düşünmek lazım. Hoca da büyük düşündü ve ihaleyle dersleri sattı.
Sonra işi büyütmek için, şirketleşti ve bankalardan söz konusu meblağı (1 trilyon civarı) kredi olarak çekti. Hanım Efendi emekli olmuş; oğlan İşletme Fakültesini
bitirmiş, kız da üniversiteyi burslu olarak kazanmıştı. Başlangıç iyiydi yani. İşin başında ailecek kendileri vardı. Her üçü de akıllı ve işi bilir kişilerdi. Harıl, harıl çalışıyorlar, büyümek için planlar yapıyorlar, projeler geliştiriyorlardı. Geliştirdikleri bu projeleri derhal yürürlüğe koymak için;   peş, peşe yeni şubeler açıyorlardı.Yaz mevsimiydi. İşlerde iyi sayılırdı, personelin performansını artırmak ve aralarında kaynaşmayı sağlamak için, arada sırada yeni ev (villa) in bahçesinde mangal partisi düzenliyorlardı. Mangal partisinde balık etinin olduğunu duyunca bende, davete icabet etmiştim. İşte “DUMANI DA” ilk defa görüyordum.
Yeni evi anlatmaya gerek yok. Zira o ev (villa) de yaşanır, ama anlatılamazdı. En azından ben anlatamazdım. Sadece ev, muhteşemdi; ama ev “kitapsız(!)”dı. Kitaptan başka her şey mevcuttu.  Koskoca evde kitapların yerini birkaç broşürle, birkaç müşteri formu almıştı. Evi böyle görünce kendi payıma alınganlık yapıp, üzüldüm doğrusu.
Nedendir bilmem? Ama ben, ne zaman kitapsız bir cami, kitapsız bir ev ve kalemsiz bir Müslüman görsem, alınganlık gösterir: hep için, için ağlarım.
 
Evde mevcut olanların en sevimlisi de bahçedeki DUMAN (KÖPEK) DI.
Duman öyle sevimliydi ki, herkesle oynuyor, ama kimseye zarar vermiyordu. Zaten kangalların özelliği de, zarar vermemesi imiş.
Şirketin genel direktörü dostum Viladimir (Ö.Ç.):
“-Bana, bak hocam” diyor, Dumana: “gel oğlum buraya” diyerek dumanı çağırıp; ağzına elini sokuyor ve:
“-Haydi ısır, ısır” diyor, duman ısırmıyordu. Duman, kalabalığı görünce neşeleniyor, top oynuyor, takla atıyor ve kendini sevdiriyordu. Orda bulunan davetliler,   mangalda etler pişinceye kadar, hep dumanın hareketlerine baktık. Dumanın en ilgi çekici hareketlerinden birisi de, sekreter kızın çizmelerine kafayı takmasıydı. Duman arada bir sekreter kızın çizmesini alıp götürüyordu. O da gülüşmelere sebep oluyordu. nedense!   Biraz büyüsün daha neler yapacakmış meğer? Esasen milletin gözü dumanın marifetlerinde, fakat gönlü İTHAL (ALMAN) MALI MANGALDA pişen etlerde idi. E, benim de gözüm ve gönlüm mangalda idi. Mangal, alışılmışın dışında bir estetiğe sahipti. Ne de olsa ithal malıydı.
Mangalın başında da dostum Viladimir (Ö.Ç.) vardı. Biftek, bonfile, kuzu pirzola, tavuk kanadı ve üzerine defne yaprağı konmuş deniz ürünü halis çipura balığı… İtina ile temizlenip mangalın başına gelen bu ürünleri, dostum Viladimir (Ö.Ç.) ve İ. TE-KA öyle pişiriyorlardı ki, hiç sormayın. Daha sofraya servis yapılmadan herkesin ağzının suyu akıyordu.
Ve sonunda,   bahçeye kurulan 25-30 kişilik masanın etrafına yerleştik. Masada bu nadide etlerin yanında üç-dört çeşit salata,  envai çeşit içecekler vs. vs…  Hala tadı damağımda…
Aradan bir iki ay geçmedi ki, duyduğumuz bir haber, hepimizi üzdü. Duman çalınmıştı. “-Eyvah! Bu nasıl olurdu? Köpek de çalınır mıymış hiç?”
“-Ne diyorsun sen hocam? Öyle köpek hırsızları var ki, aklın durur.”
“-Nasıl yani?”
“-Köpek maması vs. ürünleri satan, bir market var. İşte onların bir sürü adamları var.
Böyle bizim patronun duman gibi yavru köpekleri çalıyorlar, sonra da yolda bulmuş gibi sahibine teslim ederek, ödül alıyorlar. Yani anlayacağın adamlar tam bir şebeke, adeta mafya gibi çalışıyorlar.”
“-Hemen şimdi, dumanın resimlerini büyültüp çoğaltın. Şehrin en hakim yerlerindeki direklere, ilanlar yapıştırın. Ha, resmin altına da:
– BU KÖPEĞİ BULUP
GETİRENLER, ÖDÜLLENDİRİLECEKTİR- Diye yazdırın. Ardından da, iki kişi köpek markete giderek, araştırmaya başlasınlar.”  Diyerek, talimat verdi patron.
Herkes, aldığı bu talimatla işe koyuldular.
Ama nafile! Hiçbir ipucu, elde edemeden akşam geri geldiler.
Hepimiz üzgündük, Hanım Efendi çok perişandı. Herkes kara, kara düşünürken dostum Viladimir (Ö.Ç.)’in,   bir anda “ fikri gelmiş”:
“-Beyler! Durmak yok araştırmaya devam.” Dedi ve:
Orada iş bilir personelden üç tane ekip oluşturup, villanın bulunduğu semtin bütün sokaklarını  arayıp taramaları için talimat verdi.
Sonunda ekiplerden biri villaya yakın birkaç sokak ötede dumanı buluyorlar…
“-Hocam müjdemi isterim, abla bahşişimi isterim.” Diyerek, bahçe kapısından sevinçle daldılar içeriye. Bey Efendi:
“-Sahi mi söylüyorsunuz çocuklar? aferin lan size.”   Diyerek, ekibi tebrik etti. Ardından dostum Viladimir (Ö.Ç.) ve orda merakla bekleyenler, ekibi tebrik ederek tek, tek dumanı kucaklarına alıp sevmeye çalışıyorlardı.
Ama nedense Duman da, bir durgunluk vardı. Pek neşesi yok gibiydi. Sanki Duman eski Duman değildi. Hayret! Yani Duman aynı Duman, fakat; tüyleri kabarmış, gözleri çapaklanmış, yürüyüşü bayağı bozulmuş tuhaf bir hal almıştı! Dumanın bulunduğunu duyar duymaz Hanım Efendi, balkondan:
“-Dumaaan.” Diyerek sevinçle seslendi. Ve Hanım Efendi, koşarak gelip Dumanı kucağına aldı ve sevmeye başladı:
“-Dumanım benim, sen nerelerdeydin? Bizi terk edip nerelere gittin Dumanııııım. Ah, Dumanım da Dumanım, imanım da imanım, yavrum benim küstün mü bana?” Diye öptü kokladı, ama Dumanda hiç tepki yoktu! Dumanın bu tavrı üzerine Hanım Efendi:
“-Ay çocuklar, ne olmuş Dumanıma, niye sadece bakıyor böyle bön, bön? Yoksa? Yoksa bu Duman değil mi?”
“-Olur mu efendim, DUMANIN ta kendisi.” Dediler.
Hanım Efendi, biraz kuşkulanmıştı; bön, bön bakıp duran bu köpekten. Köpeği kucağından bırakıp:
“- Bakın bakalım, bu hayvan erkek mi dişi mi?”
Dostum Vıladimir (Ö.Ç.), hayvanın kuyruğunu kaldırıp baktı ve:
“-Çok özür dileriz efendim, maalesef bu havan dişi!”
“Neee! Dişi mi? olamaaaaz! Tu,hoho, uuuu,hoho! Benim Dumanım erkekti oysaaaaa!”
 
                                                           the end.
  Sahi siz bu filmi görmüş müydünüz?
 
 
 
 
                                                                                                                          
Divane
                                                                                                                    
24-Ekim-2008
 
Nıederhaslach-Strassbourg/Fr.
 
*Rivayetin senedini bilmiyorum.
                                                               Ali İhsan BÜTÜNER

 


18.10.2009

Yorum Yaz
İsim Soyisim :
Yorumunuz :

Bu habere ilk yorumu siz yapın...
 
Copyright © 2012 Konya Bozkır Armutlu Köyü.