Söze bir şekilde başlayınca anlatılmadan biriktirdiğiniz o kadar çok şey olduğunu hayretle fark ediyorsunuz. Hayırlı bir maksat için yazmaktan geri durmamak gerektiğini fark ediyorsunuz. Umarım tüm marifeti samimiyet olan bu satırlar okuyuculara gereken mesajı taşır. Gayret bizden tevfik Allah’tan deyip kaldığımız noktadan söze devam ediyoruz.
1970’li yıllar…
İyi şeylerin başlayabilmesi için çoğu zaman bir kıvılcım gerekir. Konya’ya gidip okumamız lazım; ancak öncü bir baba, çocuğunun elinden tutup Konya’ya götürmeli ki arkası gelmeli. Bu da o günün ekonomik ve kültürel şartlarında ciddi bir cesaret gerektiriyordu. İşte ne olduysa ondan sonra oldu.Rahmetli Osman Hoca sanırım ilk cesareti o gösterdi. Oğlunu Konya’da Bir Kuran Kursu’na yazdırdı. Arkasından Yaşar Gür, Hasan Çakır, Kazım Baş, Refik Acar babaları ile birlikte aynı kursa kaydoldular. Bir yıl sonra Hüsnü Tuna ve ben de bu öncü ekibe dahil oldu. Yaklaşık iki yıl süren Kuran Kursu eğitiminde sonra ne olacağı konusunda da bir fikrimiz yoktu. Bir kıvılcım, bir öncü daha gerekliydi bu noktada. Çok beklemedik.
Bir gün Arif Ünal, Dorla’lı Mehmet Ali Çetin’le İmam Hatip Okulu’na kaydolmak için kurstan kaçtı. Arkasından bizler, aynı maksat için kurstan kaçarak İmam Hatip Okuluna kaydolduk. Bu arada Avukat Ahmet Özer, Mehmet Çakır Konya’da, Ali İhsan Demirel ve sonradan okulu bırakan Ramazan Çimenoğlu, Mustafa ve Musa Karakaya, Ramazan İşler,Abdurrahman Kurt ve adını hatırlamadığım bazı köylülerimiz de Hadim de okumaya başladı. Daha sonra Ali İhsan Demirel’de Konya’ya geldi. Kimimiz yurtta,kimimiz evde bazılarımızda birkaç arkadaş birlikte ev tutarak okumaya başladık.
Ancak asıl sıkıntı o zaman başladı.Neden mi? Yiyecek ve yakacağımız köyden gelir.Gün olur ekmek gelmez ,gün olur odun gelmez. Özellikle Ali İhsan Bütüner, Hüsnü Tuna, Süleyman Erdoğan ve Refik Acar aynı evde kalıyorlar. Mengene ve Uluırmak’ta Dede’nin evinde… Kaldıkları ev dile gelebilse de ne sıkıntılar çektiklerini bir anlatsa. O günler için emin olun rahatlıkla bir roman yazılır. Bunlardan birini anlatarak yorumu size bırakmak istiyorum.
Bir gün Refik Acar fena halde hastalandı. Ali İhsan Bütüner Konya’da çok iyi tanınan, rahmetli olan bir doktora götürüyor arkadaşımızı. O tarihlerde adını anmak istemediğim bu meşhur doktor okulumuzun doktoru olarak görev yapıyordu. ‘-Sende bir şey yok!’ deyip arkadaşımızı eve geri göndermişti. Refik arkadaşımız -Allah korudu- ölmek üzere. Evde duramayınca yeniden hastaneye götürmek gerekiyor. Şimdi ki gibi araba yok. Bir at arabasında Devlet Hastanesine götürülüyor. Refik kardeşimizin ciğerleri bakımsızlıktan gitmiş; garibim verem olmuş.Hemen Verem Hastanesine (Şimdiki Tıp Fakültesine) yatırdılar tam 3 ay yattıktan sonra iyileşti. Ama bir yılına mal oldu. O yıl devamsızlıktan sınıfta kalmıştı.
Geleceğin temelleri o evlerde atıldı diyebilirim. Arif Ünal günde 4 saat ders çalışırsa bunun en az 3 saati Almanca dersi olurdu. Almanca Öğretmeni onun yazılı kağıdını okumadan 10 diye notunu verir sonra kağıdını okurdu. O yıllarda notlar 10’luk sistemdi. Şimdi o asker değil. Alman Dili ve Edebiyatı Profesörü. Herkes bir şeylerle uğraşırken Hüsnü Tuna sessizce bir köşeye çekilmiş ders çalışırdı. Tabi ki o da hakkını aldı. Ama herkes az ya da çok çalışıyordu. İki yıl sonra Ali İhsan Bütüner arkadaşımız polis olan abisinin yanına İskenderun’a gitti. Ahmet Özer evde kaldığı için onunla birlikteliğimiz lise yıllarında başladı. Bu arada Yaşar Gür’ü unutmayalım.O tek başına bir evde kalıyordu; Konuk Sokak’ta…
Lise yıllarında arkadaşlığımız daha da ilerledi ve yarıyıl tatilinde köyde adeta kendi ölçeğimizde bir devrim yaptık. Köyde birer yıl arayla Moskof Sehpası ve Zamane Çocuğu adında piyesler oynadık. Kısıtlı imkanlarla 15 günlük tatilde yaptığımız bu oyunların bitiminde dakikalarca ayakta alkışlandık. Ertesi gün Süleyman Bütüner amcamızın söylediği şu söz hala aklımda: ‘-Bu gece hep rüyama girdiniz. Allah sizden razı olsun.’ Aslında bu köyümüz için büyük bir devrimdi. Hatta oyun aralarında yaptığımız parodilerin birisinde beni ameliyat ediyorlardı da çocuğun birisi amcayı kestiler.. diye bağırmıştı. Neydi o günler? İkinci yıl piyes bittikten sonra özellikle Ali İhsan Bütüner arkadaşımızın teklifiyle okulumuzda bir kütüphane açmaya karar verdik. Köyde kitap toplama kampanyası başlatarak yüzlerce kitabı okul kütüphanesine bağışlamıştık. Camiler zaten bize ait idi.Özellikle kandillerde okuduğumuz mevlitlerde gönüllerde taht kurmuştuk. Bizi gören köylülerimizin birçoğu çocuklarını okutmaya karar vermişti. Eskiden köyümüzde sadece ‘İmamlar sülalesinden olanlar okur, diğerleri okumaz’ diye bir inanç vardı, çok şükür o kırıldı. Şu an imamlar sülalesinden olmayıp doktor, avukat, öğretmen olan onlarca köylümüz var. İmamlar sülalesi dahil,hepsiyle gurur duyuyoruz.
Evet neydi o günler, işte o günlerde arkadaşlığımızın temelini daha da ilerlettik.Önce haftada bir daha sonra ayda bir her ayın ilk cumartesi günü bir evde toplanmak üzere karar aldık. Bu toplantıların yıllarca süreceğini nereden bilebilirdik ki? 1974 yıllarında başlayan toplantılarımız halen aynı heyecanla devam etmekte. Bu toplantının çekirdeğini oluşturan arkadaşlar şunlar
1-Yaşar Gür
2-Ahmet Özer
3-Ali İhsan Bütüner
4-Arif Ünal
5-Osman İşler
7-Mustafa Tuna
8-Ziya Uğural(Cicek’li)
8-Ramazan Çimenoğlu
9-Refik Acar
10-Hüsnü Tuna
11-Mevlüt Özer
12-Mustafa Bütüner
13-Kemal Özer
14-Rahmetli Adnan Bütüner
Daha sonra Ramazan Çimenoğlu’nun yurt dışına gitmesi, Mevlüt Özer’in Konya dışında görev alması nedeniyle toplantılara sadece yaz tatillerinde gelmektedirler. Sonraki yıllarda Ezel Çimenoğlu, Ali Özer ve Nedim Çimen ve Nurettin Bütüner de aramıza katıldı.
Biz şikayet etmek yerine gelecek için tüm gücümüzle çabaladık ve güzel günlere inancımızı yitirmedik. Mızmızlığın en kötü ahlak olduğuna inandık. Başardığımız ve kazandığımız çoğu şeyi birlikte olmanın bereketine yorduk. Birlikte olmaktan vazgeçmedik. Bugün sıkıntılar çehrelerini değiştirmiş olabilir belki. Ancak bugünün gençleri de içine düştükleri şu yalnızlık ve inançsızlık batağından kurtulursa en azından bir hedefleri olur diye düşünüyorum. Hedefe az ya da çok yaklaşmaları ise gayretleri ve Hakk’ın takdiri kadar mümkün olacaktır elbette. Bu da sınavın gereği değil mi zaten. Vesselam…
OSMAN İŞLER